Aivazovsky, resimlerini her zaman ana karakter olarak gören şarkıcısı, denizi her şeyden çok takdir eden ve seven bir sanatçı. İnsanlar aniden başlarına gelse bile – sonuçta insanlar bazen denizde yüzüyorlar – asıl mesele hala, her zaman her insandan daha büyük kalan, tüketen element.
“Fırtına” denizin bu özel tarafına bir ilahidir. Her şeyi tüketen gücü, süpürme, yok etme ve aynı zamanda kayıtsız. Bir adam bir adamı öldürür, çünkü ondan nefret eder. Deniz bir adamı öldürür, çünkü onu fark etmez, kumlu yatağında hafifçe döner.
Ufuktaki bir gemi belirsiz gölgede görünüyor. Daha çok bir ağaçtan bir hayalet gibi görünüyor. Yelkenler kırıldı, direk çöktü – dalgalar onu acımasızca doğrudan cehennem çatlakları ve çıngıraklarla kırmak üzere kayalara taşıyor.
Bir tekne ön planda asılı duruyor. Denizcilerin yüzleri görünmüyor, ama muhtemelen umutsuzlar – kayalardan tüm güçleriyle kürek çekiyorlar, ancak denizle savaşamıyorlar. Yakında bir darbe ya da kırıklardan da öleceği taş üzerine de atılacaklar.
Aynı zamanda deniz güzel kalır. Lezzetli. Büyüleyici. Vahşi bir yırtıcı hayvan gibi, büyüleyici, dalgaları gökyüzüne benzer, kıyıların kafesinde yendi, kükreme, kendini yiyip bitirir. Bulutlardaki ani bir boşluktan ışıkla çekilen ışık spotu, kurtarıcı bir sessizlik adası gibi görünüyor. Bilinçaltı olarak, denizciler içinde yüzmeyi başarabilirlerse, fırtına aniden durur ve sakin bir şekilde kıyıya yüzebilir ve üzerine inebilirler.
Ancak bu sadece bir yanılsama, görsel bir yanılsamadır. Deniz ne kadar çekici olursa olsun, öfkesi anında kazara gelen kimseyi kurtarmayacaktır.
Bu karışım, hayranlık ve korku, Aivazovsky çok doğru bir şekilde aktardı. Fırtına’ya bakmak ölümü hatırlamak gibidir.