Gökyüzü zaten kalın maviye boyanmıştı, ilk yıldızlar üzerinde yanıyordu, ancak ufuk hala pembemsi bir gün batımı ile aydınlatıldı. Yoksa şafak mı? İzleyiciye bu sorunu kendi başına çözme fırsatı verilir. Gece gökyüzü soluyor, güneş doğarken pembeye dönüyor, yıldızlar kayboluyor. Manzara barış dolu. Denizin genişliği hala, gökler sessiz.
Kıyıda, sudan birkaç adım uzakta çıplak bir adam var. Şafakla aydınlatılan kayalıkların suda görülebildiği denize bakıyor. Ya da dahası – kayalık bir pelerin denize çöktüğü yere. Adam rahat, rahat bir pozda barış geliyor; Bu pastoral manzaraya sorunsuz bir şekilde uyum sağlar. Resmin önemli bir kısmı gökyüzü tarafından işgal ediliyor, ancak bu tuval üzerindeki gökyüzü sadece boş alan değil. Dinamik yuvarlak fırça darbeleriyle izlenir, bu dünyaya hareket getirir, önceden uyuşuklukta donar.
Gökyüzünün yayı boyunca, yörüngede olduğu gibi, iki bulut kayar. Peyzajın geri kalanının aksine, hiç de hayalet değil, geçici değiller. Aksine, yırtıcı kuşlara veya bir çift savaş uçağına benzeyen, malzeme, dışbükey ve çok net ve maksatlı hareket ederler. Kıyıda bir kule yükselir: dar, silindirik şekilli, üstte tek bir pencere. Yüzeyi çatlaklarla kesilir, soyma sıva altından tuğla görülür. Kulenin dibinde, iki uzun boylu selvi ağacı gölgede kaldı. Hem kule hem de bu selvi Dali’nin tuvallerinde bir kereden fazla görünecek.
Özellikle, on yıl sonra boyanacak olan “Ölümlü Süvari” adlı resimde. Ortak motifler bu iki tuvali tamamlayıcı bir çift haline getirir. Uyku ve ölüm, Hipnozlar ve Thanatos. Antik çağlardan beri selvi ölüm, üzüntü, yasın sembolü olmuştur. Cennete yönelik yüksek bir kule, sabah erkenden erotik bir rüya önerir.
Ön planda büyük bir yatak duruyor. Beyaz bir örtü ile kaplıdır, yatak örtüsü dalgalara benzer kıvrımlara düşer. Kuşlar perdeyi tarla gibi dolaşırlar. Başlıktaki yastık belirsiz bir şekilde deniz kabuğunun şeklini andırıyor. Tüm bu detaylar sayesinde, yatak, hatta böyle bir siklopean olanı, tuval üzerinde yabancı bir element gibi görünmüyor.